Türkiye’de son yıllarda hızla gerileyen doğurganlık oranı, uzmanlar tarafından hem ekonomik hem de toplumsal dinamiklerle ilişkilendiriliyor. Nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2.10 seviyesinin çok altında seyreden doğurganlık hızı, ülkenin gelecekte karşı karşıya kalabileceği demografik risklere işaret ediyor. Son açıklanan verilere göre doğurganlık oranı 1.48 olarak kaydedildi ve bu tarihi düşük seviye tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Ekonomik güvencesizlik, hayat pahalılığı ve iş piyasasındaki belirsizlikler, genç çiftlerin çocuk sahibi olma kararlarını ertelemesine neden olan başlıca faktörler arasında yer alıyor. Konut fiyatlarının ve kira maliyetlerinin hızla yükselmesi, eğitim ve bakım giderlerinin ağırlaşması, aile kurma ve çocuk büyütme sürecini maddi açıdan daha zor hale getiriyor. Birçok uzman, özellikle büyük şehirlerde yaşayan genç nüfusun artan mali baskılar nedeniyle çocuk sayısını azaltma eğiliminde olduğunu belirtirken, bazı çiftlerin ekonomik koşullar düzelene kadar çocuk sahibi olmayı tamamen ertelediği vurgulanıyor.
Ekonomik koşullar kadar, çalışma yaşamındaki güvencesizlik de doğurganlık üzerindeki etkisini gösteriyor. Kadınların iş gücüne katılım oranı yükselirken, uzun çalışma saatleri, iş-yaşam dengesi sorunları ve bakım desteklerinin yetersizliği çocuk sahibi olma kararını doğrudan etkiliyor. Kariyer hedefleri, artan rekabet ve iş güvencesi kaygısı, özellikle genç kadınların ikinci ya da üçüncü çocuk planlarını geciktirmelerine yol açıyor.
Toplumsal değişim de bu eğilimin bir parçası. Eğitim seviyesinin artmasıyla birlikte bireylerin yaşam tarzı, aile kurma yaşı ve çocuk beklentileri dönüşüyor. Şehirleşme, bireyselleşme ve modern yaşam pratikleri, aile yapılarını küçültüyor ve doğurganlığı doğal olarak azaltıyor. Uzmanlara göre bu eğilim, yalnızca sosyoekonomik değil, kültürel dönüşümün de bir yansıması.
Düşen doğurganlık oranları, uzun vadede nüfusun yaşlanması, iş gücü açığı, ekonomik durgunluk ve sosyal güvenlik sistemleri üzerinde baskı oluşturabilir. Bu nedenle demografik göstergelerdeki değişimlerin ciddiyetle ele alınması, aileyi destekleyen politikaların güçlendirilmesi ve ekonomik koşulların iyileştirilmesi gerektiği ifade ediliyor.




